Banaz Masaj Salonu Masöz Beyza

Banaz Masaj Salonu

Aşk, bir insanın tüm yaşamını göz açıp kapayana kadar kökünden değiştirebilirdi kuşkusuz. Fakat – ki bu da madalyonun öbür yüzüydü-, insanoğlunu tasarılarında hiç yeri olmayan yönlere saptırabilecek bir duygu daha vardı: umutsuzluk. Maria’nın günlüğünden, ertesi gün: Her şeyi hatırlıyorum, o kararı verdiğim an hariç. Tuhaftır, hiç kabahatluluk duymuyorum. Eskiden, para için yatan kızları, hayatın başka seçenek bırakmadığı insanoğlu olarak görürdüm. Şimdi, bunun doğru olmadığını fark ediyorum. Evet veya hayır diyebilirdim, beni herhangi birini kabul etmeye zorlayan yoktu. Aslında, kimsenin onun şeklinde zavallı bir yabancıya kafa yorduğu yoktu; ve yarın ölüp gitse yokluğunu kimse, hatta polis bile fark etmezdi.  Banaz Masaj Salonu

Banaz Masaj Salonu

 

Sokaklarda yürüyor, gelip geçenlere bakıyorum; onlar kendi hayatlarını seçebildiler mi acaba? Yoksa, tıpkı benim gibi, kader tarafınca ‘seçildiler’ mi; manken olmayı hayal eden ev kadınları, müziğe yatkın banka memurları, kendini edebiyata vermek isteyen dişçiler, televizyonda çalışmak için ölüp sonlanmış, fakat topu topu süper-markette kasiyerlik işi bulabilen genç kızlar? Kendime zerre kadar acıdığım yok. Lokantadan boş bir cüzdanla, ama onurumu korumuş olarak çıkabilirdim; demek ki bir kurban değilim ben. O adama bir ahlak dersi verebilir yahut karşısında oturanın, satın alınmaktansa kalbi kazanılmaya layık bir prenses bulunduğunu göstermeye çalışabilirdim. Yapabileceğim çok şey vardı, Banaz Masaj Salonu fakat, çoğu insan şeklinde ben de izlenecek yolu kaderin çizmesine izin verdim. Başkalarına bakılmış olduğunda, adaletsiz, sıra dışı bir yazgı sayılabilir benimki elbette.

 

Fakat, mutluluk arayışında çoğumuz eşitiz, işgören/müzisyen, dişçi/yazar, kasiyer/ oyuncu, ev hanımı/manken: Aramızda mutlu olan yok. Hepsi bu muydu şu demek oluyor ki? Bu kadar kolay mıydı? Maria, kimseyi tanımadığı yabancı bir kentteydi. Daha düne kadar işkence benzer biçimde gelen şey, Banaz Masaj Salonu bugün ona uçsuz bucaksız bir özgürlük duygusu veriyordu: Hiç kimseye hesap vermek zorunda değildi. Yıllardan beri ilk kez, tüm gününü kendini düşünmeye ayırmaya karar verdi. O âna dek, hep başkalarının yüzünden kaygılanmıştı: Annesinin, okul arkadaşlarının, babasının, manken ajansında çalışanların, Fransızca öğretmeninin, lokantadaki garsonun, kütüphanecinin, sokaktaki yabancıların ne düşüneceğinden korkmuştu.