Banaz Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Banaz Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Banaz Mutlu Son uzun yürüyüşler sonucunda acıkır, önüme gelen bir pastacıya dalar, bir iki lokma bir şeyler atıştırdıktan sonra, Heine’in ünlü dizesini tekrarlardım: “insan ne denli gözyaşı dökerse döksün, sonucunda burnunu siler.” Seine rıhtımlarında dolaşırken, duyduğum acıyı Laforgue’un sözleriyle hıçkırırdım: “Ah sevgilim, artık çok geç, kırıldı yüreğim. Acının doldurmaya yetmeyeceği denli derin bir kırık, Ve öylesine uzun uzun ağladım ki…” Yaşların gözlerimi yakması hoşuma gidiyordu. Bazı anlar, bütün müdafa gücümü yitirdiğim anlamış olur, rahatça ağlayabilmek için bir kilisenin arka sıralarına sığındığım oluyordu. Başımı ellerime gömüyor, karanlığın acı ve keskin kokusu içinde soluğum kesiliyor; bitkin düşene dek ağlıyordum.

Banaz Mutlu Son ocak sonunda döndü Paris’e. Geldiğinin ertesi günü de bize uğradı. Annemler, on dokuzuncu doğum günümde resimlerimi çektirmişlerdi; onlardan birini istedi. O güne. Dek, sesinde hiç öylesine sıcaklık, öylesine yumBanazlık, öylesine sevgi sezmemiştim. Yedi gün sonra, onların kapısını çalarken, tir tir titriyordum; çünkü, ya o sıcacık yakınlığın yerine, bir kayıtsızlıkla karşılaşırsam diye korkuyordum. Oysa buluşmamız büyük bir sevince, mutluluğa sürükledi beni. Jacques bir roman yazmaya başlamıştı. Adını Genç Burjuvalar koyacaktı. “Bunu senin için yazıyorum, ” diyordu. Kitabı “Bunu sana borçluyum” diye adayacaktı bana. O günü izleyen birkaç gün boyunca ayaklarım yerden kesilmiş gibi, luktan uçacakmış gibi dolaştım durdum. Ertesi hafta, Jacques’a kendi durumumu anlattım. Bunalımımdan söz ettim.

Banaz Mutlu Son

Banaz Mutlu Son benim için hiçbir anlamı olmadığını söyledim. Ciddi ve ağır bir sesle “Yaşama bu denli köşeli bakmak, her şeye bu denli önem vermek gereksiz. Anını, gününü yaşamalı insan, o kadar, ” dedi. Bir süre durdu, sonrasında, “insan, yaşamı tek başına kaldırıp götüremeyeceğini, dayanamayacağını kabul edecek ölçüde alçakgönüllü olmalı; bir başkası için yaşamak, kendisi için yaşanmaya kıymet birisi ile birlikte olmak daha kolaylaştırır işleri, ” dedi.

Gülümsedi, “Bunun çözümü de, egolarımızı birlikte yürütüp geliştirmekle olur sadece.” O cümleye, o gülümsemeye düğümledim tüm yaşamımı. Artık hiç kuşkum kalmamıştı: Jacques beni seviyordu; evlenecekti. Ama çok yanlış bir şey vardı bütün bunda; mutluluğum üç günden fazla sürmedi. Jacques, gene bize geldi. Onunla birlikte çok mutlu bir akşam geçirdim. Jacques gittikten sonra ise, birden çöktüm: “Bir kızın mutlu olmak için isteyebileceği her şeye sahibim; gene de ölmek istiyorum! Yaşam işte şuracıkta, beni bekliyor; iki elimizle, sıkı sıkıya sarılıp tutmamızı bekliyor! Korkuyorum.

Yalnızım, her vakit yapayalnız olacağım… Bir kaçabilsem. Nereye? Neresi olursa. Önüne gelen her şeyi, herkesi sürükleyip götüren tufan şeklinde bir şey olmalı bu.” Jacques’a bakılırsa, evlilik başlı başına bir fakatç, bir sondu. Oysa ben, daha aslabir şeye son vermek, nokta geçirmek istemiyordum. Minimumından bu denli çabuk sonuçlandırmak istemiyordum aslabir şeyi. Bir ay kadar duygularımla çekiştim. Bazen, kendimi köreltmeden, silinip ortadan yok olmadan da, Jacques’ın yanında yaşamanın mümkünlığına inandırıyordum kendimi; sonra birden dehşete kapılıveriyordum: “Ne? Kendimi, bir başka insanoğlunun kısıtlamaları, sınırlamaları iBanaz Yakası hapsetmek mi? Beni tutsak eden, yakamı bırakmayan bir aşktan, ancak dehşet duyabilirdim. Jacques’la aramızdaki bu bağı koparıp atmayı, her şeyi unutmayı, yeni bir yaşantıya başlamayı istiyorum… Daha vakitı değil, daha hazır değilim.